Buğdayın Tarihi Yolculuğu

Tahılların doğadan toplanmasına dair tarih MÖ 17.000 yılına kadar uzanmaktadır. Yaklaşık 10 bin yıl önce Diyarbakır-Karacadağ’da kültüre alındığı tahmin edilen buğdayın Anadolu’da 23 yabani ve 400 den fazla kültüre alınmış çeşidi bulunmaktadır. Vavilov’un (1987) araştırmalarında belirlediği 8 gen merkezinden ikisi Türkiye’de bulunmaktadır. Ülkemizde yaklaşık %32’si endemik olmak üzere 11707 bitki taksonu bulunmaktadır. Buğday bunlar içerisinde etkileri bakımından en önemlilerindendir.
Buğdayın yabani atalarından bugünkü kullandığımız haline gelinceye kadar aşamaları Şekil 1’de verilmiştir. Kültürü yapılan ilk buğdaylar kavuzlu, kırılgan başağa sahipti. Olgunlaşma döneminde başak ekseni kırılarak başakcıklar ayrılıyordu. Günümüzde hekzaploid ekmeklik buğday, T. aestivum L. (2n=42, AABBDD) ve tetraploid sert veya makarnalık buğdayın T. durum Desf. (2n=28,AABB) yaygın olarak üretimi yapılmaktadır. Buradaki A genomu T. urartu Thumanjan ex Gandilyan’dan, B genomu Ae. speltoides Tausch’dan, D genomu ise Ae. tauschii Coss.’den geldiği kabul edilmektedir. Günümüzde hekzaploid ekmeklik T. aestivum L. (2n=42, AABBDD) ve tetraploid sert makarnalık T. durum Desf. (2n=28,AABB) buğdayın yaygın olarak üretimi yapılmakla birlikte en çok ekmeklik buğday (Triticum Aestivum) ekilmekte ve üretilmektedir. Bu çeşitlerin azot tepki endeksi ve verimleri yüksektir. Adaptasyon kapasitesinin yüksek olmasına, kurağa-sıcağa dayanıklı ve daha kaliteli içeriğe sahip olmasına rağmen yerel çeşitlerin ülkemizde ekiminin son derece azalmasının temel nedeni verimdeki düşüklüktür. Bunun yanında azot tepkisinin düşük, yüksek boylu ve bazı yaprak hastalıklarına hassas olması da etkilidir.

Buğday tarihi sürecinde dönüm noktası diyebileceğimiz şu önemli aşamalardan geçmiştir:

a- buğday ve arpa ilk önce tanelerini döken, tohumlarını saçan, tohumları kademeli ve düzensiz çimlenen yabani formlardaydılar. Örneğin, yabani emmer (gernik) buğdayında başakcıkta iki adet buğday bulunmaktadır. Bunun birisi sonbaharda çimlenirse diğeri, ertesi yıl bahar ayında çimlenmektedir. Arpa tohumlarında da çimlenme düzensizdi. Bu özellikler buğday ve arpanın kültürü için oldukça problemli bir durumdur. Ancak doğada bu durum varlığının devamı için hayati önem taşımaktadır. Daha sonra doğal mutasyonlarla tanelerini dökmeyen, sağlam sap yapısına ve iri tanelere sahip, düzenli çimlenen forma dönüştüler. Başka bir ifadeyle yabani Siyez (Triticum boeticum) ve yabani Gernik (T. dicoccoides) formlarından, doğal seçilimle ya da mutasyonla Siyez (T. monococcum) ve Gernik’in (T. dicoccon) ilkel formlarına evrimleşti (Şekil 1). Bugün yoğun olarak kullanılan makarnalık buğdaylar da (T. dicoccon) bu gruptandır. Bu durum kendi nesillerinin devamı için ciddi tehdit olsa da insanlar için toplanabilir ve kültürü yapılabilir hale gelmiş oldular. Aynı zamanda nesillerinin devamı insanların onları ekmesine bağlı hale geldiler.

Şekil 1. Buğdayın kökeni

b- Ekmeklik buğdayların (T. aestivum- AABBDD) genetiği değiştirilmiş midir?
Ekmeklik buğdayların taneleri iri, verimi fazla ve ekmeklik kalitesi yüksektir. Bunun insan eliyle mi yoksa doğal mutasyonla mı olduğu hala tartışılmaktadır. Yaygın kanı doğada kendiliğinden oluştuğu yönündedir (Akar ve ark, 2016; Lillywhite ve Sarrouy, 2014).
Genetiği değiştirilmiş (GDO) tanımı, geleneksel ıslah ve seleksiyonla elde edilen çeşitleri
GDO dışında bırakmaktadır. Ülkemizde yetiştirilmekte olan buğday çeşitlerinin GDO dışında
yöntemlerle elde edildiğinden GDO’lu olarak tanımlanamayacağını belirtmektedirler (Akar ve
ark.. 2016). Hekzaloid (AABBDD) buğdayların 7-9.5 bin yıl önce hibridizasyonla elde
edildiği belirtilmektedir (Şekil 1). Yapılan arkeolojik bulgular da bunu ispatlamaktadır.
Diyarbakır-Karacadağ ve Manisa-Kaymakçı’da yapılan kazılar MÖ 8400 ve 3500 yıl önce
ekmeklik buğdayın varlığına işaret etmektedir (Bilgiç ve ark., 2016; Anonim, 2017).
c- Japonlar 19. yüzyılda yerel buğday çeşitleri Daruma ile Kırmızı Kışlık Türk buğdayını
melezleyerek yüksek verimli Norin 10 çeşidini 1935 yılında tescil ettirmişlerdir (Powell ve
ark., 2013). Bu melezler bitki boyunun kısalmasına neden olan Rht1 ve Rht2 genlerini
(cücelik genleri) taşıyorlardı. Kısa boy, yatmaya dayanıklı sağlam sap yapısı ve yüksek
verimiyle buğdayın tarihi sürecindeki önemli aşamalardan birisi olmuştur. Amerikalı bilim
insanları da Norin 10 çeşidini yerel Amerikan çeşidi Brevor ile melezleyerek yeni hatlar elde
ettiler. Meksika’da bu yüksek verimli yeni hatlardan Dr. Borlaug ve arkadaşları tarafından
yeni çeşitler elde edildi. Dr. Borlaug’un elde ettiği Lerma Rojo ve Sonora 64 buğday çeşitleri
Hindistan ve Pakistan’da verim patlamasına neden oldu ve insanlığa katkısı nedeniyle Dr.
Borlaug’a 1970 yılında Nobel Barış Ödülü verildi. Bu yeni çeşitler 1950’lerden sonra hızla
dünyaya yayılmaya başladı.
d- Buğday için en önemli dönüm noktalarında birisi ‘Yeşil Devrim’ olarak adlandırılan
azotlu gübrelerin ve pestisitlerin tarımda yoğun olarak kullanılmalarıdır. Bu dönem 1950’li
yıllarda başlamaktadır. Azotlu gübre kullanımında yatmaya dayanıklı, kısa boylu bodur
buğdayların ıslah edilmesi, azotun etkin kullanımına vesile olmuştur. Bu sayede dünya
buğday üretimi 1961-85 yıllarında iki kat artmıştır

Bu durum ülkemizi de etkilemiştir. Türkiye 1960’lı yılların başında Meksika buğdayı ithal
etmiştir. Atası bize ait olan ve yeni çeşide dönüşmüş bu buğdaylar ata yurduna dönemeye
başlamıştır (Özberk ve ark., 2016). Bu dönemde gübre kullanımı da iki katına çıkmış, üretim
bir milyon tondan iki milyon tona ulaşmıştır. Verim 1966-69 yıllarında, 1961-65 yıllarına
göre %12 artmıştır. Bu artışta gübre kullanımı mı yoksa çeşit mi etkili olduğu tartışmaya
açıktır. Bu tarihten sonra melezleme yoluyla elde edilen, azot tepki endeksi yüksek çeşitlerin
yüksek verim vermesi, yerel çeşitlerin ekiminin azalmasına neden olmuştur. Geleneksel
çeşitlerle karşılaştırıldığında bu yüksek verimli çeşitler topraktaki azotu da hızla tüketmeye
başlamışlardır. Azotlu gübre maliyetleri üretim içerisinde en yüksek paya sahip olmuştur.